Belçika

Brüksel

Hem Avrupa’nın hem Belçika’nın başkentidir Brüksel. Küçücük bir şehir gibi görünür ama politik bir ağırlığıyla Avrupa’nın merkezini Avrupa Birliği’nin, Nato’nun kalesi addedilir. Bürokratiktir ama özgürlükçüdür; küçüktür ama büyüktür; sakindir ama eğlencelidir; bataklıktan türemiş ama modern ve yenidir. Brüksel her şeydir. Onlarca romana ve filme konu olmuş Jacques Brel’in şarkılarına ilham olmuş şehir.

Grand Place yani Büyük Meydan bu şehrin en ikonik mekalarından olsa gerek. Dört bir tarafı Art nouveau ve Gotik mimariyle örülü binalar başımızı döndürüyor. Belediye Binası, sarayı, şehir müzesi, Bira müzesi tedirgin edici güzellikte ve devasalıkta. Ve Çocuk Heykeli (Manneken Pis) bu devasalığa tezat şekilde hemen köşede beliriyor. Daha katedrallere ve kiliselere (Catherine Kilisesi, St. Michel ve Gudula Katedrali) sıra gelmeden etrafınızı saran bir estetik düşünün ve sanki 13. yüzyıldan beridir içindesiniz. Çikolata, şehre kimliğini veren en güzel şeylerden ama asıl mesele Brüksel’in dayanılmaz zevkine, kokusuna kapılıp şehrin içlerine sızacağınız bir rüya ortamını yaratması. Atomium o rüya ortamlarından biri; bir atom çekirdeğinin mikroskobik görüntüsünün 165 milyon kez büyütülmüş halinin görüntüsü size Expo 58’in bir simgesi olarak yüzünü gösterir ve çevresindeki ülkenin en güzel yapılarının küçültülmüş halleri içerisindeki tezatlığı, en küçüğün en büyük en büyüğün en küçük olduğu yere getirir bizi. Brüksel’se işte bizi böylesi bir rüyaya inandırır. 

Namur

Zamanında Keltler’in kurduğu, Sambre ve Meuse Nehirleri’nin birleştiği yerde Valonya’nın en önemli şehirlerinden Namur. Bölgenin en önemli endüstri ve ticaret merkezi; Valonya Parlamentosu’nun merkezi. Kalenin (Citadelle) en tepesinden aşağıya doğru şehrin merkezine iniyoruz. Yollar kıvrıla kıvrıla ilerlerken, eskiden teleferiğin yaptığı görevi insanlara devretmiş. Karşımıza çıkan Armes Meydanı, şehrin kalbi. Şehir Sarayı hemen karşımızda, tüm meydana hakim. Köprüsü (Jambes), suyu ve ormanlarıyla hepsi birbirine karışmış müthiş bir huzur kaynağı… Tekne de bu kaynağın araçsallaştırılmış hali, kenardan kenardan şehrin yukarıya dopru görünümü heyecan yaratıyor.

Aynı şekilde tarihi dokuya uygun içerik biçimiyle Arkeoloji Müzesi, hayatı karşılama yerleri Tren Garı ve Kraliyet Tiyatrosu şehrin en güzel mimarisine sahip binaları. Kulelerse kalenin yan taraflarından birer gözetleme kulesi gibi hala şehre bir bakış atmak için ideal yerler. Namur çok gösterişli olmadan şık olmayı başaran şehirlerden…

Namur’un 55 km yakınlarındaki Han-Sur-Lesse Mağaraları da Valonya’da dünyanın yüz harikasından biri. Maceracılar ve maparacılar için bulunmaz bir fırsat. 2 km derinliğindeki onlarca galeriden oluşan mağara, inanılmaz atmosferiyle oldukça etkileyici. Işıklandırmalarla, geniş ve dar yollarıyla kafanızı eğerek, koşarak, adım adım ve su birikintileri yanında yarasalarla mücadele içinde ya da küçük kanolarla derinliklere doğru bir yolculukta yer alacak maceranın içine yol alabilirsiniz… Doğanın yoldaşları da her zaman yanı başınızda olacak… Hayır hayır masal değil, Han-Sur-Lesse.

Brugge

Kuzey Denizi’nin kıyısında Ortaçağ’dan beri değişmeden kalabilmiş her yeri bir yürüme mesafesinde bütüncül bir şehir Brugge. Denize teması sağlayan kanallar (Dijver) sadece coğrafi şekil değil tüm kenti hatta evleri dolaşan, şehre havasını veren, evlerin renklerine renk katan dinginlik, sessizlik ve en çok da aşk katan akışkan hayattır. Sular değdiği yeri değiştirir, hayat katar. Brugge de hayata renk veren en güzel Avrupa şehirlerinden. Şehri saran duvarlardan arta kalan giriş çıkış sağlayan kapılar köprülerin üzerinde dört bir tarafta yine suyun üzerinde durmakta…

Pasta şehrin süslü evlerinin çatılarının yanından yapımı uzun yıllar süren Bizim Leydi Kilisesi Avrupa’nın en uzun tuğla kiliselerden biri olarak yükselir şehrin en tepesinde. İçindeki Michelangelo’nun Meryem Ana ve İsa Heykeli’yse bir bonus gibi zenginleştiriyor bizi. Şehir merkezinde küçük ama bir arada duran meydan (Burg) hakediyor olduğu yeri; Belediye Binası hemen karşıda. Markt’ın taş sokakları at arabalarının sesiyle tıkırtıyla yankılanıyor, sesler ortamın tarihiyle sizi geçmişe götürüyor. Belfry Kulesi’yse şehrin tamamını görebileceğiniz kadar geniş bir ufuk açıyor. Bu ufku ağız tadına kadar genişletmek çikolatayla birayla zenginleştirmek mümkün. Dantel dükkanları da görülmeye değer birer sanat eseri gibi şehri sarmış her yerde.

Antwerp

Efsaneler üzerine kurulu, bölgeyi sulayan Scheldt Nehri, Antwerp topraklarının her zaman tarihsel bir ticaret ve merkez şehir olmasını sağlamış sakin ama bir o kadar da hareketli akıyor binlerce yıldır. Kahraman Brabo’nun yarattığı efsane bir şehri var eden, onu yücelten ve elinde bıçağıyla heykelini şehrin merkezinde tutan en önemli anlatı. Şehrin meydanına doğru (Grote Markt) Rubens’in eserlerinin bulunduğu Katedrali’yle efsane artık gerçeğe ve hayranlığa dönüşür. Belediye Binası’nın karşıladığı meydan etrafındaki kafeler ve dükkanlarla bir bütün oluşturur. Rubens Müzesi’yse bir saygının ötesinde gerçek bir sanatsal şölendir. 

Tren Garı’nı ayrı bir parantezle belirtmek gerekir. Etkisi hiç ama hiç geçmeyecek bir buluşma ve ayrılma mekanıdır. Belki de ilk ya da son öpücüğün. En eski yapılardan Steen (Kaya) Kalesi de limana doğru karşınıza çıkacak etkileyici taş yapılardan. Dünyanın en eski matbaasının bulunduğu kent kültürel bir birikimi de yansıtıyor. Antwerp efsanelerinden beslenen onu yaşayan ve bugün de geleceğini kurarken arkasından hiç eksik etmediği bir dayanağı, gücü. Tarih bazen bir şehir için her şeydir…